Kan ve Gözyaşı: Doğu Türkistan
Kan ve Gözyaşı: Doğu Türkistan
Evet , kan ve gözyaşına hapsolmuş bir ülkedir Doğu Türkistan… Soydaşlarımızın en acımasız işkencelere maruz kaldığı; kadın, çocuk, yaşlı gözetmeksizin Çin tarafından katledildiği bir ölüm coğrafyası dan bahsediyorum. Ne kadar farkındayız? Gerek devlet olarak gerekse toplum olarak bu katliamın neresindeyiz….?
Çin’in Doğu Türkistan’a uyguladığı bu kanlı politikanın sebepleri açıkça ortada; çünkü onlar Türk, onlar Müslüman ve onların topraklarında değerli madenleri var.. Ağızlarda sakız olmuş “yeni dünya düzeni” palavrasında katliam yapmak için size üç geçerli sebep…
İnançlara karşı çıkan Mao’nun şovenist devlet sisteminde ilk kanlı saldırı 1962 yılındaki Çin- Hindistan savaşıdır. Her ne kadar Himalayalar’da ki sınır anlaşmazlıkları olarak lanse edilse de bu kanlı tezgahın içinde yok edilmek istenen Tibet halkı ve onların inanç sistemleri oldukça önemli bir yer tutar. Çin 1966-76 yıllarında okullarda dinsizlik propagandası yapıp, insanları dinden soğutmak için bütün iletişim araçlarını kullanmıştır. Din eğitmenleri’nin işlerini yapması yasaklanmış, okullarda din temaları ateizm üzerine kurulmuştur. Çin’in Müslümanlığa ise asla tahammülü yoktur. Bunu kanıtlayan bir çok kanlı eylemi vardır ki bu eylemleri özelikle Müslümanların dini günlerinde gerçekleştirmektedirler. Müslüman kadınlar diri diri yakılmakta, ve İslami ders veren kurumlara silahlı baskınlar düzenlenmektedir. Mao döneminde Uygur Türklerini asimile etmek için bir çok yola başvurulmuş hatta alfabeleri bir çok sefer değiştirilmiştir.
Çin’de ki “Türklük” kavramına baktığımızda ise; geçmişten bugüne çok da şaşırmayacağımız siyasi-politik bir tutum karşımıza çıkıyor. Türk ve Çin ilişkileri ilk günden itibaren gergin bir ipin iki ucu olmuştur. Çok geçmişe gitmeden sizlere ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından biri olan The Heritage Foundation’ın bir iddiasını paylaşmak istiyorum. Bu iddia; Çin’in Kuzey Irak petrolleri ile yakından ilgilendiği ve Türkiye’ye Müslüman Uygur Türklerine destek vermemesi, aksi takdirde PKK’yı destekleyecekleri tehdidinde bulunduğunu söylüyor. Zaten Kuzey Kıbrıs konusunda da Çin’in Rumlardan yana bir tavır sergilemesi yakın geçmiş tarihimizdeki Çin’in “Türk” temalı politikasını belli ediyor. Naçizane görüşüm; Çin kültüründe alışılagelen entrika burada da söz konusu; yukarıdaki iddiada Çin’in Kuzey Irak petrolleri ile ilgilenmesinin hedef şaşırtma ve az da olsa aktif dış politikada yer edinme çabası olduğu kanısındayım. Neden mi? Doğu Türkistan da bulunan petrol, İran ve Irak rezervlerinin 10 katıdır ve bu, insanlık dışı bir tutum sergileyen Çin’in katliam yapması için yeterli sebep olarak gözüküyor.
Doğu Türkistan da bulunan ve Çin’in ağzını sulandıran yeraltı zenginlikleri hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Petrol, altın, volfram, platin, gümüş, kömür -2.2 trilyon ton- ve en önemlisi uranyum… Ayrıca Doğu Türkistan 17.4 trilyon metreküp doğal gaz rezervlerine sahiptir. Orta Asya’nın emperyalist, sömürgeci ve kanlı gücü için çok lezzetli bir sofra… Ayrıca Çin, yıllık milli gelirinin %40 ‘nı Doğu Türkistan’dan sağlamaktadır. Çünkü petrol rezervlerinin %25’ni ve doğal gaz rezervlerinin % 28’ni bu topraklardan temin etmektedir. Amerika’nın Orta Doğudaki yansımasını Çin’in Doğu Türkistan da ki eylemlerinde büyük bir acı içinde görüyoruz.
Doğu Türkistan’ın acılarını, ölümlerini, işkencelerini sayfalarca yazsam biter mi? Bilmiyorum. Bir ara yazarken detaylara inmeye çalıştım fakat bu insanlık dışı katliamın cümlelerini yazmaya içim el vermedi, sildim. Okuması da sizlere aynı derin acıyı verecekti şüphesiz. Ne yazıktır ki; İsrail’in Filistin katliamın da Filistin halkının yanında olunduğu kadar Türk kardeşlerimizin, soydaşlarımızın yanında olunmuyor. İsrail markalarını boykot etmekten söz ederken Çin mallarını boykot etmeye cesaret edilemiyor. Neden mi? Çünkü “çin malı” diye tabir edilen bir sosyo-ekonomik bir hayata esir edildik. Rabia işaretlerini televizyon ekranlarının sağ üst köşelerinde görürken Uygur Türklerinin yok oluşuyla ilgili küçücük bir alt yazı göremiyoruz. Dış politika hiçbir zaman ticari emeller üzerine kurulmamalıdır. Uluslararası ilişkiler disiplini bu yüzden vardır ve her devlet için gerekli bir birimdir. Siyasi ve ya ticari kaygılar insanlığın ve milletler arası iletişimin önüne geçtiği zaman, güç unsuru olan devlet, amacını ve sıfatını kaybetmiş ne yazık ki ticari bir kuruluş maskesine bürünmüş demektir. Umarım devlet ve toplum olarak Mustafa Kemal ATATÜRK’ün hassasiyetle durduğu Türk Toplumları ve Türk Devletleri ile daha güçlü bir bağ, daha etkili bir iletişim ve sağlam köprüler inşa ederek dış politikamıza şekil veririz…
Metehan ÖZKÜN
ozkun.m@hotmail.com